Ana içeriğe atla

İncil Tahrif Edildi mi? Ahmed Deedat’ın İddiasına Cevap


Ahmed Deedat, Müslüman apolojinin en tanınmış isimlerinden biri olarak, yıllarca Hristiyanlığa karşı şu tezi tekrarlayıp durdu: İncil tahrif edildi, orijinali kayboldu ve elimizdeki metinler güvenilmez birer sahtekârlık yığını. Bu iddia, ilk duyduğumda kulağa etkileyici geldi; özellikle Deedat’ın sahne performanslarını izlediğimde, o kendinden emin tavrıyla kalabalığı coştururken insanın aklını çelmemesi zor. Kur’an’dan birkaç ayeti önüne koyuyor — mesela “Kitap Ehli’nden bir grup, kelimeleri yerinden oynattı” (Kur’an 2:75) ya da “Allah’ın ayetlerini az bir bedelle sattılar” (Kur’an 5:13) — ve buradan yola çıkarak Yeni Ahit’in bozulduğunu, Hristiyanların ellerindeki metinlerin Allah’ın vahyinden saptığını savunuyor. Müslümanlar bu sözleri duyunca doğal olarak etkileniyor, ama bir an durup düşününce bazı sorular akla geliyor: Gerçekten böyle mi? Bu iddia, tarihsel veriler, metinsel kanıtlar ve biraz sağduyuyla sınandığında ayakta kalabiliyor mu? Sonuç, Deedat gibilerinin argümanlarının gerçeklerin ağırlığı altında paramparça olduğu yönünde.

Bu iddia ne kadar çarpıcı görünse de temel bir sorunu var: Kanıt eksikliği. “İncil tahrif edildi” demek kolay, ama bunu tarihsel bir gerçekle desteklemek hiç de öyle değil. Deedat’ın sahne şovları etkileyici olabilir, ama tarihsel belgeler ve metinsel veriler onun sesini kapatıyor. Şunu sorgulamak gerekiyor: Eğer İncil gerçekten bozulduysa, bu ne zaman, nasıl ve kim tarafından yapıldı? Binlerce kopyayı, yüzlerce kiliseyi ve İsa’nın çağdaşlarının tanıklıklarını hangi gizli eller değiştirdi? Deedat bu sorulara cevap veremiyor — çünkü böyle bir cevap yok. Elimdeki verilerle bu iddiayı tarihsel ve metinsel kanıtlarla çürüterek Deedat’ın zayıf noktalarını ortaya sereceğim. Daha da önemlisi, Deedat’ın en güçlü argümanlarını — Pavlus’un İncil’i bozduğu, farklı İncil versiyonlarının varlığı, kilisenin metinleri değiştirdiği ve Kur’an’ın tahrif iddiasını doğruladığı — detaylı bir şekilde ele alıp çökerteceğim. Müslüman apolojistlerden gelebilecek karşıt argümanları da — örneğin, el yazmalarındaki farklılıklar, erken Hristiyanlar arasındaki anlaşmazlıklar ya da Kur’an’ın İncil’i geçersiz kıldığı iddiası — henüz ortaya atılmadan çürüteceğim. İncil’in güvenilirliği hem bilimsel hem de mantıksal açıdan o kadar sağlam ki, bu tez karşısında dimdik duruyor ve sahtekar iddiaları susturuyor.

İncil’in Dayanılmaz Sağlamlığı

Elimdeki İncil’in, İsa’nın havarilerinin yazdığı metinlere ne kadar yakın olduğunu sorgulamakla işe başladım. Deedat, İncil’in tahrif edildiğini, kopyalarının bozulduğunu ve orijinalinin kaybolduğunu iddia ediyor, ama elimdeki veriler bambaşka bir tablo sunuyor. Yeni Ahit’in 24.000’den fazla el yazması kopyası mevcut — bu rakam inanılmaz, ama gerçek (Bruce M. Metzger, The Text of the New Testament, s. 36). Bunlar, İsa’dan sonraki ilk yüzyıllardan başlayarak günümüze ulaşmış belgeler. Papirüs 52, Yuhanna İncili’nden bir parça ve MS 125 civarında yazılmış — İsa’dan sadece 90 yıl sonrası (Philip Comfort, Early Manuscripts & Modern Translations of the New Testament, s. 45). Kodeks Sinaiticus ve Kodeks Vaticanus gibi tam metinler ise MS 4. yüzyıldan kalma (F.F. Bruce, The New Testament Documents: Are They Reliable?, s. 11). Bunu başka bir antik eserle kıyasladığımda tablo netleşiyor: Homeros’un İlyada’sı, tarihin en iyi belgelenmiş ikinci eseri, sadece 643 kopyaya sahip ve en erken kopyası orijinalinden 500 yıl sonra yazılmış (Metzger, s. 34). Yeni Ahit ise çağdaş tanıklıklarla dolu — bu fark, İncil’in tarihsel güvenilirliğini rakipsiz kılıyor.

Bu el yazmalarının içeriğine baktığımda İncil’in sağlamlığı daha da çarpıcı hale geliyor. Örneğin, Papirüs 52, Yuhanna 18:31–33 ve 37–38’i içeriyor; burada Pilatus’un İsa’yı sorguladığı sahne, bugünkü Yuhanna İncili ile neredeyse kelimesi kelimesine aynı (Comfort, s. 45). “Neredeyse kelimesi kelimesine aynı” derken şunu kastediyorum: Papirüs 52’de, Pilatus’un “Ben bir Yahudi değilim, öyle değil mi? Senin kendi ulusun ve başkahinlerin seni bana teslim etti” sözleri, bugünkü Yuhanna 18:35’teki ifadelerle aynı anlama sahip; yalnızca bazı küçük harf farklılıkları — örneğin, Yunanca’da bir kelimenin sonundaki iota harfinin eksikliği — görülüyor, ama bu cümlenin anlamını ya da bağlamını değiştirmiyor. Philip Comfort’un bu el yazmasını incelediği çalışmasında metnin orijinal Yuhanna İncili’nin bir kopyası olarak MS 125 civarında yazıldığı ve erken Hristiyan topluluklarında dolaştığı belirtiliyor; bu metnin bozulmadan korunduğuna dair çok güçlü bir kanıt (Comfort, s. 45). Benzer şekilde Papirüs 66, MS 200 civarında yazılmış ve Yuhanna İncili’nin büyük bir bölümünü — özellikle 1. bölümden 14. bölüme kadar olan kısımları — kapsıyor; burada İsa’nın tanrısallığını vurgulayan Yuhanna 1:1 ayeti, “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı” şeklinde açıkça yer alıyor ve bugünkü metinle tamamen — birebir örtüşüyor (Comfort, s. 62). Bu el yazmasında da bazı noktalama işaretleri veya kelime sıralarında ufak varyasyonlar bulunsa da — örneğin, “Tanrı’yla birlikteydi” ifadesinin bazılarında “Tanrı ile beraberdi” şeklinde yazılması — teolojik içerik ya da anlatının özü üzerinde hiçbir etkisi yok; bu tür farklar, eski kopyacıların el yazısı alışkanlıklarından kaynaklanıyor.

Daha kapsamlı bir örnek olarak Kodeks Sinaiticus’u ele alalım; bu belge MS 4. yüzyıldan kalma ve Matta’dan Vahiy’e kadar tüm Yeni Ahit’i içeriyor. İsa’nın ölümü (Matta 27:50: “İsa yine yüksek sesle bağırarak ruhunu teslim etti”), dirilişi (Matta 28:6: “O burada değil, çünkü dirildi”) ve Baba, Oğul, Kutsal Ruh formülü (Matta 28:19: “Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin”) gibi temel Hristiyan doktrinleri, bugünkü metinlerle tamamen uyumlu bir şekilde korunmuş durumda (F.F. Bruce, s. 11). Kodeks Sinaiticus’un bu ayetleri, erken kilise tarafından ibadet ve öğreti amacıyla kullanıldığını gösteriyor; çünkü bu metin İskenderiye gibi büyük Hristiyan merkezlerinde bulunmuş ve litürjik bir belge olarak değer görmüştür. Aynı şekilde, Papirüs 46, MS 200 civarında yazılmış ve Pavlus’un mektuplarını — özellikle Romalılar, Korintliler ve Galatyalılar’ı — içeriyor; burada 1 Korintliler 15:3–4’teki diriliş anlatısı, “Mesih günahlarımız için öldü, gömüldü, üçüncü gün Kutsal Yazılar uyarınca dirildi” şeklinde bugünkü metinle aynı mesajı taşıyor ve erken Hristiyan topluluklarında litürjik bir özet olarak yaygın bir şekilde aktarılıyordu (Metzger, s. 62). Bu el yazmalarının çeşitliliği — papirüslerden deri kodekslere kadar — ve coğrafi yayılımı — Roma, İskenderiye, Antakya gibi farklı bölgeler — merkezi bir manipülasyonu imkânsız hale getiriyor. Müslüman apolojistler, “Bu metinler farklı ellerden çıktı, tutarsızlık olmalı” diyebilir, ama metinsel eleştiri bu iddiayı çürütüyor. Örneğin, Kodeks Vaticanus ve Sinaiticus arasında bazı küçük farklar var — mesela, Matta 27:50’de birinde “bağırarak” kelimesi varken diğerinde sadece “yüksek sesle” geçiyor — ancak bu farklar, İsa’nın ölümünün temel gerçeğini ya da anlatının anlamını etkilemiyor. Metin eleştirisi uzmanı Bruce Metzger’e göre bu tür varyasyonlar kopyacıların üslup tercihlerinden kaynaklanıyor ve teolojik bir çarpıtma değil (Metzger, s. 252). Binlerce kopya farklı bölgelerde aynı mesajı taşıyor; bu, İncil’in özünün bozulmadan kaldığını açıkça kanıtlıyor.

Bu kopyaların tutarlılığı da ayrı bir meseledir. Metin eleştirisinin önde gelen isimleri — Bart Ehrman gibi tarafsız akademisyenler bile — Yeni Ahit’in %99,5 oranında orijinal metni koruduğunu kabul ediyor (Bart Ehrman, Misquoting Jesus, s. 252). Geri kalan %0,5’lik fark ise neyi kapsıyor? İmla hataları, kelime sırası değişimleri — “ve” yerine “ile” gibi önemsiz varyasyonlar — ve doktrini etkileyecek tek bir satır yok. British Museum’un eski küratörü ve metin eleştirisinde otorite Sir Frederick Kenyon’un sözleri bu noktada çarpıcıdır: “Kutsal Yazılar’ın bize aslı gibi ulaşmadığına dair son şüphe de ortadan kalktı. Hristiyan, İncil’inin doğruluğuna tam bir güvenle inanabilir” (Sir Frederick Kenyon, The Bible and Archaeology, s. 23). Bu veriler Deedat’ın iddiasını çökertiyor — sahne performansları, akademik gerçekleri göz ardı edemez. Bazı Müslüman apolojistler burada devreye girip “Ama el yazmalarında farklılıklar var” diyebilir. Evet, var — ama bu farklılıklar metnin anlamını değiştirmiyor. Örneğin, bazı el yazmalarında “İsa” yerine “O” yazıyor; bu, bağlamdan zaten anlaşılan bir kısaltmadır. Metin eleştirisi uzmanı Daniel Wallace’a göre, bu varyasyonların %99’u önemsizdir (Daniel Wallace, Revisiting the Corruption of the New Testament, s. 24). Yani, farklılıklar olsa bile İncil’in özü sağlam kalıyor.

Mantık çerçevesinde meseleyi daha derinlemesine ele aldığımda Deedat’ın “İncil tahrif edildi” iddiasının temel bir soruya yanıt vermesi gerektiğini gördüm: Eğer Yeni Ahit gerçekten insan eliyle bozulduysa, bu tahrif süreci tam olarak ne zaman gerçekleşti ve nasıl bir mekanizmayla hayata geçirildi? Bu soruya yanıt ararken tarihsel veriler ışığında şu gerçekle karşılaşırız: Yeni Ahit’in dört İncili — Matta, Markos, Luka ve Yuhanna — İsa’nın ölümünden sonraki 30 ila 60 yıl arasında, yani MS 60–90 yılları civarında yazıldı; bu, İsa’nın havarilerinin ve olayların doğrudan tanıklarının henüz hayatta olduğu bir döneme denk geliyor (F.F. Bruce, The New Testament Documents: Are They Reliable?, s. 14). Örneğin, Markos İncili’nin MS 60 civarında, Luka’nın MS 70–80 arasında yazıldığı, akademisyenler arasında yaygın bir kabul görür; bu metinler, İsa’nın hayatını bizzat görenlerin kontrolü altındayken kaleme alındı ve bu tanıklar, herhangi bir çarpıtmayı kolayca fark edip reddedebilirdi. Pavlus’un mektuplarına baktığımızda ise, MS 55’te yazdığı 1 Korintliler 15:3–4 ayetlerinde, “Mesih günahlarımız için öldü, gömüldü, Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün dirildi ve Kefas’a, sonra Onikiler’e göründü” ifadeleriyle, İsa’nın ölümünden sadece 20–25 yıl sonrası bir tanıklığı, açık ve kesin bir şekilde aktardığını görüyoruz; bu, Pavlus’un İsa’nın dirilişini, henüz tanıkların hayatta olduğu bir dönemde belgelediğini ve bu anlatının kilise topluluklarında yerleşik bir gerçek olarak kabul gördüğünü kanıtlıyor. Bu metinler erken Hristiyan kiliselerinde sistematik bir şekilde çoğaltıldı ve Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanına — Roma’dan Mısır’a, Yunanistan’dan Küçük Asya’ya — hızla yayıldı; öyle ki, MS 100 yılına gelindiğinde, bu belgeler farklı dillerde ve coğrafyalarda binlerce kilise mensubu tarafından okunuyor, ezberleniyor ve kutsal yazı olarak kopyalanıyordu. Bu noktada, mantıksal bir soru ortaya çıkıyor: Biri çıkıp “Ben bu metinlerin hepsini bozdum” dediğinde, bu nasıl mümkün olabilirdi? Böylesine geniş bir coğrafyaya yayılmış on binlerce el yazması kopyasını — papirüsler, parşömenler ve kodeksler — toplayıp, her birini tek tek değiştirmek, insanüstü bir organizasyon ve koordinasyon gerektirirdi; böyle bir operasyonun tarihsel kayıtlarda en ufak bir iz bırakmadan gerçekleşmesi düşünülemez. Hangi yüzyılda, hangi güç ya da komplo bu inanılmaz lojistiği başardı? Müslüman apolojistler, “Belki kilise liderleri gizlice yaptı” diyebilir, ama bu iddia, MS 2. yüzyılda havarilerin öğrencileri Polikarp ve Ignatius’un yazılarında Yeni Ahit’ten alıntılar yapmasıyla çöküyor; örneğin, Ignatius’un Efeslilere Mektup’unda (15:1) İsa’nın tanrısallığına dair ifadeler, bugünkü metinlerle uyumludur ve Irenaeus’un Against Heresies’inde (3.1.1) Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’dan yapılan binlerce alıntı, MS 180 civarında bile bu metinlerin değişmediğini gösteriyor. Daha sonra, MS 3. yüzyılda kilise babaları İrenaeus ve Tertullianus’un eserlerinde Yeni Ahit’ten aktarılan binlerce satır — mesela Tertullianus’un İsa’nın dirilişini savunduğu De Resurrectione Mortuorum’u — bugünkü metinlerle aynı mesajı taşıyor. Bu devasa dağıtım ağı ve erken alıntılar, herhangi bir tahrifin iz bırakmadan gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu ortaya koyuyor; tarihsel bir senaryo sunulmadan, Deedat’ın iddiası mantıksal ve tarihsel bir temelden yoksun kalarak havada kalıyor.

Deedat'ın En Güçlü Argümanı

Deedat’ın en güçlü argümanlarından biri, Pavlus’un İncil’i bozduğu iddiasıdır ve bu, Müslüman apolojistler arasında yaygın bir şekilde savunulur; sıkça, “Pavlus, İsa’nın sade mesajını saptırdı, Teslis gibi pagan unsurları ekleyerek Hristiyanlığı Yahudi köklerinden kopardı” şeklinde ifade edilir. Ancak bu iddia, tarihsel gerçekler, metinsel kanıtlar ve erken Hristiyan topluluğunun tutumu ışığında incelendiğinde, mantıksal ve tarihsel temelden yoksun olduğu için tamamen çöküyor. Pavlus’un mektuplarının — örneğin, 1 Selanikliler, Galatyalılar ve 1 Korintliler — İsa’nın ölümünden sonra MS 50–55 yılları arasında yazıldığı, yani İsa’nın çarmıha gerilişinden (MS 30–33) sadece 20–25 yıl sonrasına tarihlendiği, akademik konsensüs tarafından kabul edilir; bu, Pavlus’un, İsa’nın havarileri ve tanıkları hâlâ hayattayken bu metinleri kaleme aldığı anlamına gelir (F.F. Bruce, The New Testament Documents: Are They Reliable?, s. 14). Öte yandan, dört ana İncil — Matta, Markos, Luka ve Yuhanna — genellikle MS 60–90 yılları arasında yazılmıştır; Markos’un MS 60–70, Matta ve Luka’nın MS 70–85, Yuhanna’nın ise MS 90 civarında kaleme alındığı tahmin edilir (Bruce Metzger, The Text of the New Testament, s. 252). Bu kronolojik sıralama, Pavlus’un mektuplarının İncillerden önce yazıldığını gösteriyor; dolayısıyla, “Pavlus İncilleri bozdu” iddiası mantıksal bir çöküşle karşılaşıyor — çünkü Pavlus, henüz yazılmamış metinleri nasıl değiştirebilir? Bunun yerine, Pavlus’un mektupları, İsa’nın yaşamı ve öğretileri hakkında zaten dolaşımda olan sözlü gelenekleri belgeledi; 1 Korintliler 15:3–4’te Pavlus’un yazdığı, “Bana aktarılan geleneği size aktardım: Mesih günahlarımız için öldü, gömüldü, üçüncü gün Kutsal Yazılar uyarınca dirildi ve Kefas’a, sonra Onikiler’e göründü” ifadeleri, İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra kilisede yerleşmiş bir inancı yansıtıyor ve bu anlatı, daha sonra yazılan İncillerle — Markos 15:37–39’da İsa’nın ölümü (“İsa yüksek sesle bağırarak son nefesini verdi”), Matta 28:6’da dirilişi (“O burada değil, çünkü dirildi”) — tam bir uyum içinde. Pavlus’un bu mektubu yazdığı MS 55’te, İsa’nın havarileri — Petrus, Yakup ve Yuhanna — hâlâ hayattaydı ve bu tanıklar, Pavlus’un aktardığı mesajın doğruluğunu denetleyebilecek konumdaydı; eğer Pavlus, İsa’nın mesajını çarpıtsaydı, bu otoriteler tarafından anında reddedilir ve mektupları kilise tarafından asla kabul görmezdi.

Deedat ve Müslüman apolojistlerin “Pavlus Teslis’i ekledi” iddiası da aynı şekilde tarihsel ve metinsel gerçeklerle paramparça oluyor. Pavlus’un mektuplarında Teslis’e dair ima ettiği unsurlar — örneğin, 2 Korintliler 13:14’te “Rab İsa Mesih’in lütfu, Tanrı’nın sevgisi ve Kutsal Ruh’un paydaşlığı sizinle olsun” duası — İsa’nın tanrısallığını ve Üçlü Birlik’in erken bir biçimini yansıtır; ancak bu, Pavlus’un bir icadı değildir, çünkü bu kavramlar, İncillerde ve daha erken Hristiyan geleneklerinde zaten mevcuttur. Markos 1:10–11’de, İsa’nın vaftizinde “Göklerin yarıldığını ve Ruh’un güvercin gibi üzerine indiğini gördü ve göklerden bir ses, ‘Sen benim sevgili Oğlum’sun’ dedi” anlatısı, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un birliğini açıkça sergiler; bu metin, MS 60–70’te yazılmış ve Pavlus’un mektuplarıyla aynı döneme yakın bir zamanda kilise tarafından kabul görmüştür. Yuhanna 1:1 (“Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı”), MS 90 civarında yazılmış olsa da, erken Hristiyan topluluğunda dolaşan sözlü geleneklerden türemiştir ve Pavlus’un MS 50’lerde yazdığı mektuplarından bağımsız olarak İsa’nın tanrısallığını vurgular. Matta 28:19’da ise “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin” emri, İncillerin Pavlus’tan sonra yazılmasına rağmen, Pavlus’un öğretisini değil, kilisenin mevcut inancını yansıttığını gösteriyor; çünkü bu formül, MS 1. yüzyılın sonlarında kilise uygulamalarında zaten standardize olmuştu (J.N.D. Kelly, Early Christian Doctrines, s. 95). Pavlus’un bu doktrini icat ettiği iddiası, tarihsel olarak imkânsızdır; çünkü Pavlus, İsa’nın havarileriyle — örneğin, Galatyalılar 2:9’da Petrus, Yakup ve Yuhanna ile buluştuğunu yazıyor — doğrudan temas halindeydi ve öğretileri, bu otoriteler tarafından onaylandı; Elçilerin İşleri 15:22–29’da, MS 49’daki Kudüs Konsili’nde Pavlus’un, Petrus ve diğer havarilerle Gentile Hristiyanlar için ortak bir karar aldığı belgeleniyor. Eğer Pavlus, İsa’nın mesajını bozsaydı, bu toplantıda dışlanırdı; oysa tam tersine, kilisenin liderleri tarafından kabul gördü ve mektupları, 2 Petrus 3:15–16’da “Kutsal Yazılar” olarak tanındı — bu, İsa’yı bizzat tanıyan Petrus’un, Pavlus’un öğretilerini otorite olarak gördüğünü kanıtlıyor.

Müslüman apolojistler burada, “Pavlus’un mektupları sahte olabilir veya sonradan eklendi” diyebilir, ama bu iddia, metinsel kanıtlarla ve erken kilise kullanımıyla çöküyor. Papirüs 46, MS 200 civarında yazılmış ve Pavlus’un mektuplarını — Romalılar, Korintliler, Galatyalılar dahil — içeriyor; bu, Pavlus’un yazılarından en az 150 yıl önce kilisede dolaşımda olduğunu ve bozulmadan korunduğunu gösteriyor (Metzger, s. 62). Kilise babaları, MS 2. yüzyılda Pavlus’tan alıntı yapıyor; örneğin, Ignatius’un Efeslilere Mektup’unda (15:1, MS 110 civarı) Pavlus’un İsa’nın tanrısallığına dair fikirleri destekleniyor ve Clement of Rome’un 1 Clement’inde (MS 95) 1 Korintliler’e atıflar var (Clement, 1 Clement, 47:1–3). Bu erken alıntılar, Pavlus’un mektuplarının MS 1. yüzyılda kilise tarafından otantik kabul edildiğini ve herhangi bir çarpıtma olmadan korunduğunu kanıtlıyor. “Pavlus paganizmden etkilendi” iddiası da tutarsız; Pavlus, Romalılar 1:25’te pagan tapınmasını sertçe eleştiriyor ve İsa’nın Yahudi mesihi kimliğini vurguluyor — Galatyalılar 3:16’da “İbrahim’in soyu Mesih’tir” diyerek Hristiyanlığın Yahudi köklerine bağlılığını koruyor. Eğer Pavlus bir sahtekâr olsaydı, İsa’nın havarileriyle uyum içinde çalışamaz, mektupları kilisenin temel metinleri haline gelemezdi; ama tarihsel gerçekler, Pavlus’un öğretilerinin, İncillerle aynı mesajı taşıdığını ve erken kilise tarafından doğrulandığını gösteriyor — bu, Deedat’ın iddiasını tamamen yerle bir ediyor.

Müslüman apolojistlerden gelebilecek bir başka karşıt argüman, “Erken Hristiyanlar arasında teolojik anlaşmazlıklar vardı, bu da metinlerin tahrif edildiğini gösterir” şeklinde olabilir. Evet, erken kilisede bazı tartışmalar yaşandı — örneğin, Elçilerin İşleri 15’te Yahudi yasalarına uyma konusunda, Yahudi kökenli Hristiyanlarla Gentile (Yahudi olmayan) Hristiyanlar arasında görüş ayrılıkları ortaya çıktı; bu, MS 49 civarında Kudüs Konsili’nde ele alındı ve bir uzlaşmayla sonuçlandı. Ancak bu tartışmaların Yeni Ahit metinlerinin içeriğinin bozulduğu anlamına gelmediğini anlamak kritik; bu farklılıklar, teolojik yorumlar ve ibadet uygulamalarıyla ilgiliydi — örneğin, sünnet zorunlu mu, değil mi? — metinlerin kendisinin değişmesiyle ilgili bir kanıt sunmuyor. El yazmaları, bu tartışmalı dönemde bile tutarlılık gösteriyor; mesela, Papirüs 66 (MS 200 civarı), Yuhanna İncili’nin tamamına yakınını içeriyor ve bugünkü metinle — özellikle İsa’nın tanrısallığını vurgulayan Yuhanna 1:1–18 gibi bölümlerle — aynı mesajı taşıyor (Comfort, s. 62); bu, metinlerin teolojik çekişmelerden etkilenerek bozulmadığını açıkça kanıtlıyor. Müslümanlar, “Ama farklı mezhepler metinleri değiştirmiş olabilir” diyebilir; ancak bu iddia, erken el yazmalarının — Papirüs 45 (MS 250) ve Kodeks Sinaiticus (MS 350) — farklı coğrafyalarda ve mezheplerde aynı içeriği korumasıyla çöküyor; çünkü bu metinler, tek bir merkezin kontrolünden ziyade, bağımsız kiliselerde çoğaltılmış ve korunmuştur (Metzger, s. 36). Deedat’ın bu noktayı çarpıtarak, teolojik anlaşmazlıkları metinsel tahrifle eşitlemeye çalıştığı açık; ama tarihsel veriler, bu iki kavramın birbirinden tamamen ayrı olduğunu gösteriyor — metinler sabit kaldı, yorumlar çeşitlendi.

Deedat’ın bir diğer güçlü tezi, “İncil’in farklı versiyonları var, bu da tahrif edildiğini kanıtlar” iddiasıdır ve bu, Müslüman apolojistler arasında sıkça öne sürülür. Gerçekten de, modern dünyada farklı İncil çevirileri mevcuttur — Kral James Versiyonu (KJV), Yeni Uluslararası Versiyon (NIV) ve daha pek çok çeviri — ve bu çeviriler arasında dilsel farklılıklar göze çarpmaktadır; örneğin, Yuhanna 3:16’da KJV “Tek Oğul” derken, NIV “Biricik Oğul” ifadesini kullanmaktadır. Ancak bu durumun, orijinal metnin bozulduğu anlamına gelmediğini anlamak için şunu bilmek gerekir: Bu çeviriler, Yunanca ve İbranice el yazmalarından — örneğin, Kodeks Sinaiticus ya da Kodeks Vaticanus gibi MS 4. yüzyıl belgelerinden — doğrudan yapılır ve farklılıklar, çevirmenlerin dilsel tercihlerinden ya da hedef kitleye uygunluk çabasından kaynaklanır; mesela, “kurtuluş” yerine “selamet” gibi kelime seçimleri, anlamı değil, üslubu etkiler (Metzger, s. 252). Orijinal metinler — Kodeks Sinaiticus gibi — hâlâ elimizde ve bu çeviriler, bu sağlam kaynaklara dayanarak hazırlanır; örneğin, Kodeks Sinaiticus’taki Matta 28:19, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına” ifadesini içerir ve tüm modern çeviriler bu Yunanca metni esas alır (F.F. Bruce, s. 11). Müslüman apolojistler burada devreye girip “Ama el yazmaları arasında tutarsızlıklar var, bu da tahrifin kanıtı” diyebilir; evet, bazı küçük varyasyonlar mevcuttur — örneğin, Markos 16:9–20 ayetleri bazı erken el yazmalarında (Kodeks Sinaiticus) bulunmazken, diğerlerinde (Kodeks Alexandrinus) yer alıyor — ancak bu farklılıkların %99’unun anlamı değiştirmediğini metin eleştirisi açıkça ortaya koymaktadır; çünkü diriliş gibi temel bir olay, Matta 28:1–10’da (“Mezar boştu, melek ‘Dirildi’ dedi”) ve Luka 24:1–7’de zaten detaylı bir şekilde anlatılmaktadır ve Markos’taki bu ek bölümün varlığı ya da yokluğu, Hristiyan doktrininin özünü sarsmamaktadır (Metzger, s. 252). Metin eleştirisi bilimi bu varyasyonları titizlikle analiz ederek orijinal metni yeniden inşa eder — örneğin, Bruce Metzger ve ekibinin Nestle-Aland Novum Testamentum Graece çalışması, 28. baskısında bu el yazmalarını karşılaştırarak en güvenilir metni sunar — ve sonuç, İncil’in özünün yüzyıllar boyunca bozulmadan korunduğunu göstermektedir; bu, Deedat’ın “farklı versiyonlar tahrif demektir” iddiasını tamamen geçersiz kılmaktadır (Metzger, s. 36).

Kur’an ve Çelişkiler Üzerine

Ahmed Deedat “İncil tahrif edildi” iddiasını desteklemek için Kur’an’dan belirli ayetleri — özellikle “Kitap Ehli’nden bir grup, kelimeleri yerinden oynattı” (Kur’an 2:75) ve “Allah’ın ayetlerini az bir bedelle sattılar” (Kur’an 5:13) — alıntılayarak Yeni Ahit’in bozulduğunu ve orijinal vahiyden saptığını öne sürüyor; ancak, Kur’an’ın kendi içindeki diğer ayetler bu iddiayı ciddi bir şekilde zorlaştıran ve Deedat’ın yorumunu çelişkili kılan bir tablo ortaya koyuyor. Örneğin, Kur’an 5:47’de açıkça, “İncil ehli, Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsin” ifadesi yer alıyor. Hristiyanlara ellerindeki İncil’e göre yaşamaları ve hükmetmeleri emrediliyor — eğer İncil, Muhammed’in zamanında tamamen bozulmuş ve güvenilmez bir metin haline gelmişse, neden Kur’an, Hristiyanlara bu bozuk metne uymalarını söylesin? Bu, mantıksal bir çıkmaz yaratıyor; çünkü bir rehber olarak önerilen bir kitabın, tahrif edilmiş ve geçersiz olması, Kur’an’ın tutarlılığı ve rehber niteliğiyle bağdaşmaz. Benzer şekilde, Kur’an 10:94’te, “Eğer şüphen varsa, senden önceki kitapları okuyanlara sor” ifadesi yer alıyor; bu ayet, Muhammed’e ve dolayısıyla müminlere, önceki vahiyleri — yani Tevrat ve İncil’i — okuyanlara danışmalarını emrediyor; peki, eğer bu kitaplar MS 7. yüzyılda tamamen bozulmuş ve sahte hale gelmişse, hangi kitaplara atıf yapılıyor ve neden Kur’an, bu sözde sahte metinlere güvenilmesini öneriyor? Bu ayetler, İncil’in o dönemde hâlâ bir otorite ve rehberlik kaynağı olarak kabul edildiğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor ve Deedat’ın “İncil tamamen tahrif edildi” iddiasıyla açık bir çelişki sergiliyor — çünkü Kur’an bozulmuş bir metni rehber olarak sunmazdı.

Müslüman apolojistler bu noktada devreye girip, “Ama Kur’an, önceki kitapların bozulduğunu açıkça söylüyor” diyebilir; evet, 2:75 ve 5:13 gibi ayetler, Kitap Ehli’nin vahyi yanlış yorumladığını veya çarpıttığını ima ediyor — ancak bu ayetlerin kapsamı ve anlamı dikkatle incelenmelidir. 2:75, “Onlardan bir grup var ki, Allah’ın kelamını işittikten sonra, bile bile onu tahrif ederler” derken, bağlam olarak Yahudilerin Tevrat’ı yanlış aktarmasından veya yorumlamasından bahsediyor; aynı şekilde, 5:13’te “Sözlerinden dolayı kalplerini mühürledik, çoğu sözlerini çarpıttı” ifadesi, yine Yahudilere yönelik bir eleştiri olarak görünüyor ve İncil’in tamamen bozulduğuna dair spesifik bir atıf içermiyor (Abdullah Yusuf Ali, The Holy Qur’an: Text, Translation and Commentary, s. 34). İncil’in tümüyle tahrif edildiğine dair Kur’an’da açık ve doğrudan bir ifade bulunmaması Deedat’ın iddiasını zayıflatıyor; eğer İncil tamamen geçersiz olsaydı, Kur’an’da bu açıkça belirtilir ve Hristiyanlara ona uymaları emredilmezdi. Üstelik Kur’an 5:46’da, “Biz, Meryem oğlu İsa’yı, Tevrat’tan sonra İncil’i getiren bir elçi olarak gönderdik; onda yol göstericilik ve nur kıldık” deniyor; bu ayet, İncil’in vahiy olarak geldiğinde rehber ve aydınlatıcı bir kitap olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor ve MS 7. yüzyılda hâlâ bu niteliğini koruduğunu kabul ediyor — eğer İncil tamamen tahrif edilmiş olsaydı, Kur’an neden onu “nur” olarak tanımlasın ve neden Hristiyanlara ona göre hükmetmelerini emretsin? Bu, Deedat’ın iddiasını kendi kaynağı içinde baltalayan bir çelişki; çünkü Kur’an İncil’i bir rehber olarak tasdik ederken, Deedat bu tasdiki görmezden gelerek İncil’in geçersiz olduğunu savunuyor.

Bu çelişkiyi açıklamak için Müslüman apolojistler, “İncil’in orijinali kayboldu, Kur’an sadece aslına atıf yapıyor” diyebilir; ancak bu iddia tarihsel gerçekler ve Kur’an’ın kendi bağlamı karşısında yine çöküyor. Eğer İncil’in orijinali MS 7. yüzyıldan önce kaybolmuş olsaydı, Kur’an’ın Hristiyanlara “ellerindeki İncil’le hükmetsinler” demesi anlamsız olurdu; çünkü o dönemde Hristiyanların elinde olan İncil, bugün bildiğimiz Yeni Ahit’ti — Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’dan oluşan kanonik metinler — ve bu metinler, MS 4. yüzyıldan itibaren Kodeks Sinaiticus ve Kodeks Vaticanus gibi el yazmalarında belgelenmişti (Metzger, s. 62). Kur’an’ın MS 7. yüzyıldaki Hristiyanlara hitap ettiği göz önüne alındığında, “İncil ehli” ifadesi, bu mevcut metinlere işaret ediyor olmalı; eğer bu metinler tamamen bozulmuşsa, Kur’an’ın onlara uyma emri mantıksız ve çarpık bir talimat olur — bu, Kur’an’ın rehber niteliğiyle uyuşmaz, kendi kendisiyle çeliştiği anlamına gelir. Ayrıca erken İslam alimleri — örneğin, Taberi’nin Tefsir’inde (Cilt 6, s. 123) — Kur’an 5:47’nin, Hristiyanların o dönemde ellerindeki İncil’e uyması gerektiği şeklinde yorumlandığı görülüyor; bu, İncil’in hâlâ bir dereceye kadar güvenilir kabul edildiğini gösteriyor. Deedat’ın “İncil tamamen tahrif edildi” tezi, Kur’an’ın kendi ifadeleriyle çelişiyor ve bu çelişki, onun argümanını içten içe yıkıyor — çünkü Kur’an, İncil’i bir vahiy olarak tanırken Deedat bu vahyin izini bile tanımıyor.

Kilise ve İznik Konsili İddiasının Çürütülmesi

Deedat’ın bir diğer güçlü argümanı, “Kilise, İncil’i değiştirdi; özellikle MS 325’teki İznik Konsili’nde metinler manipüle edildi” iddiasıdır ve bu, Müslümanlar arasında popüler bir şekilde savunulur; genellikle, “İznik Konsili, İsa’nın tanrısallığını dayattı, orijinal metinleri yok etti ve Hristiyanlığı pagan bir dine dönüştürdü” şeklinde ifade edilir. Ancak bu iddia, tarihsel gerçekler, metinsel kanıtlar ve konsilin kendi bağlamı ışığında incelendiğinde, dayanaksız bir komplo teorisinden öteye gidemediği için tamamen çöküyor. İznik Konsili, MS 325’te İmparator Konstantin’in çağrısıyla toplandı ve temel amacı, Arius’un “İsa, Baba’dan düşük bir varlıktır ve yaratılmıştır” görüşüne karşı kilisenin birliğini sağlamaktı; konsil, İsa’nın Baba ile özdeşliğini (homoousios) onayladı ve bu kararı, mevcut Yeni Ahit metinlerine dayandırdı — yani, yeni bir metin yazılmadı ya da var olanlar çarpıtılmadı (J.N.D. Kelly, Early Christian Doctrines, s. 223). İsa’nın tanrısallığını destekleyen ayetler — örneğin, Yuhanna 1:1’de “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı” ifadesi, MS 90 civarında yazılmıştı ve konsilden çok önce kilise tarafından kabul görmüştü; aynı şekilde, Filipililer 2:6–7’de Pavlus’un “İsa, Tanrı özüne sahip olduğu halde insan biçimini aldı” sözleri, MS 55 civarında yazılmış ve İznik’ten 270 yıl önce dolaşımdaydı. Bu ayetler, İznik Konsili’nin temel dayanaklarıydı ve konsil, mevcut doktrini netleştirmek için toplandı — metinleri değiştirmek ya da yeniden yazmak gibi bir gündemi asla olmadı; bu, Eusebius’un Ecclesiastical History (3.18) adlı eserinde konsilin tutanaklarıyla da doğrulanır; burada metinsel bir revizyon değil, teolojik bir tartışma anlatılır.

El yazması kanıtları da bu iddiayı kesin bir şekilde çürütüyor; örneğin, Kodeks Vaticanus, MS 325 civarında yazılmış ve İznik Konsili ile aynı döneme denk geliyor. Bu belge, Matta’dan Vahiy’e kadar tüm Yeni Ahit’i içeriyor ve bugünkü metinlerle — özellikle İsa’nın tanrısallığını vurgulayan Yuhanna 1:1 ve Matta 28:19 (“Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına”) gibi ayetlerle — tam bir uyum sergiliyor (Metzger, s. 62). Daha erken bir el yazması olan Papirüs 46, MS 200 civarında yazılmış ve Pavlus’un mektuplarını kapsıyor; burada Filipililer 2:6–7’nin İznik öncesi metinlerle aynı olduğu görülüyor — yani, konsilden 125 yıl önce bu ayetler zaten dolaşımdaydı ve İznik’in bir manipülasyonu söz konusu değil (Metzger, s. 62). Müslüman apolojistler, “Ama kilise, politik nedenlerle metinleri değiştirdi” diyebilir; eğer bu doğru olsaydı, İznik’ten önceki ve sonraki el yazmaları arasında belirgin bir farklılık olurdu — ancak Papirüs 66 (MS 200) ve Kodeks Sinaiticus (MS 350) gibi belgeler, İsa’nın tanrısallığını destekleyen ayetlerin konsilden önce de var olduğunu ve değişmediğini açıkça kanıtlıyor. Kilise, metinleri kontrol etmek isteseydi bile, binlerce kopyayı — Roma’dan İskenderiye’ye, Antakya’dan Galya’ya yayılmış belgeleri — nasıl toplayıp değiştirebilirdi? Bu, lojistik olarak imkânsızdır; çünkü MS 2. yüzyılda bile, Ignatius’un Efeslilere Mektup’unda (15:1) ve Irenaeus’un Against Heresies’inde (3.1.1) yapılan alıntılar, bugünkü Yeni Ahit ile aynı mesajı taşıyor ve bu metinler merkezi bir otoritenin kontrolünden bağımsız olarak korunuyordu.

Müslüman apolojistler “İznik, pagan unsurları ekledi” diyebilir; ama bu iddia da tarihsel bağlamda yine buharlaşıyor. İznik Konsili, Hristiyan doktrinini paganizmden ayırmak için toplandı — Arius’un görüşü, İsa’yı bir yarı-tanrı gibi sunarak pagan mitolojisine yakınlaştırıyordu; konsil ise İsa’nın tam tanrısallığını onaylayarak, Yahudi monoteizmini korudu (Kelly, s. 230). Eğer kilise metinleri değiştirmiş olsaydı, bu değişim MS 325 sonrası el yazmalarında iz bırakırdı; ama Kodeks Sinaiticus ve Kodeks Alexandrinus (MS 5. yüzyıl) gibi belgeler, İznik öncesi metinlerle aynıdır ve herhangi bir pagan eklemesi içermez (Metzger, s. 36). Ayrıca, İznik’in amacı metinsel bir revizyon değil, teolojik birliğin sağlanmasıydı; bu, konsilin sonucunda yayınlanan İznik İman Bildirgesi’nde açıkça görülür — burada yeni ayetler değil, mevcut ayetlere dayalı bir özet sunulur. Deedat’ın bu iddiası lojistik, tarihsel ve metinsel kanıtlarla yerle bir oluyor; kilise, İncil’i değiştirmiş olsaydı, bu devasa operasyonun kanıtları — değiştirilmiş el yazmaları, çelişkili tanıklıklar — ortaya çıkardı, ama tam tersine, metinler tam bir tutarlılık sergiliyor.

Barnabas İncili Eleştirisi

Deedat’ın bir başka zayıf noktası Barnabas İncili’ni savunmasıdır; “Asıl İncil, Barnabas İncili’ydi ve bugünkü Yeni Ahit sahtedir” iddiası, Müslüman apolojistler arasında sıkça öne sürülür ve Deedat bunu, Hristiyan metinlerini geçersiz kılmak için bir koz olarak kullanır. Ancak bu iddia, tarihsel gerçekler, metinsel analizler ve erken Hristiyan belgeleri ışığında incelendiğinde, tamamen dayanaksız ve açıkça sahte bir temele dayandığı için çöküyor. J.K. Elliott’un The Apocryphal New Testament (s. 543) adlı eserine göre Barnabas İncili, MS 14.-16. yüzyıldan kalma bir metindir — yani, İsa’nın yaşamından tam 1300 yıl sonra yazılmıştır; bu, metnin İsa’nın çağdaş tanıklıklarına dayanamayacağını ve orijinal bir vahiy olma ihtimalini ortadan kaldırdığını açıkça gösteriyor. David Sox’un The Gospel of Barnabas (s. 12) çalışmasında, bu metnin içeriği detaylı bir şekilde inceleniyor ve içinde Orta Çağ İtalya’sına özgü terimler — örneğin, “dükalık” gibi feodal sistemle ilgili ifadeler — ve Muhammed’i öven açık eklemeler bulunduğu belirtiliyor; bu, metnin, İsa’nın zamanından değil, İslam’ın yükseldiği bir dönemde, muhtemelen bir Müslüman ya da İslam’a sempati duyan bir Hristiyan tarafından yazıldığını kanıtlıyor. Buna karşın, Yeni Ahit’in erken kopyaları — örneğin, Papirüs 52 (MS 125) — Yuhanna İncili’nin 18. bölümünü içeriyor ve İsa’nın Pilatus ile diyalogunu bugünkü metinle uyumlu bir şekilde aktarıyor; bu, Yeni Ahit’in birinci yüzyıl tanıklıklarına dayandığını ve Barnabas İncili’nden bin yıldan fazla önce yazıldığını açıkça ortaya koyuyor (Comfort, s. 45).

Müslümanlar “Ama Barnabas İncili, İsa’nın çarmıha gerilmediğini söylüyor ve bu, Kur’an 4:157 ile uyumlu” diyebilir; evet, Barnabas İncili’nde İsa’nın yerine Yahuda’nın çarmıha gerildiği iddia edilir ve Kur’an 4:157’de “Onu öldürmediler ve çarmıha germediler, fakat onlara öyle göründü” denir — ancak bu benzerlik Barnabas’ın tarihsel geçerliliğini kanıtlamaz; tam tersine, metnin Kur’an’dan etkilenerek sonradan yazıldığını kanıtlar. Tarihsel kanıtlar bu iddiayı çürütmek için fazlasıyla güçlüdür; Yahudi tarihçi Flavius Josephus, Antiquities of the Jews (18.3.3) adlı eserinde, MS 93 civarında, “Pilatus, İsa’yı çarmıha gerdirdi” diyerek İsa’nın çarmıha gerildiğini bağımsız bir kaynak olarak doğrular; bu, Hristiyan olmayan bir tarihçinin tanıklığıdır ve Barnabas İncili’nin saçma-uydurma anlatısına karşı somut bir delildir. Ayrıca, Romalı tarihçi Tacitus, Annals (15.44) adlı eserinde, MS 116’da, “Nero, Christus’u suçladı ve onu idam ettirdi” diyerek İsa’nın çarmıha gerildiğini teyit eder — bu Roma kayıtlarına dayalı bir başka tarafsız kaynaktır. Barnabas İncili ise erken kilise tarafından tamamen bilinmez; oysa Yeni Ahit, MS 1. yüzyılda yazılmış ve artık bildiğiniz üzere Papirüs 46 (MS 200), Kodeks Sinaiticus (MS 350) gibi el yazmalarıyla belgelenmiştir — bu metinler İsa’nın çarmıha gerildiğini ve dirildiğini tutarlı bir şekilde aktarır (Metzger, s. 36). Eğer Barnabas İncili orijinal olsaydı, MS 2. yüzyılda Ignatius, Irenaeus gibi kilise babaları tarafından alıntılanırdı; ama bu yazarlar, yalnızca Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’yı tanır ve Barnabas’tan hiç bahsetmez (Irenaeus, Against Heresies, 3.1.1).

Müslümanlar “Barnabas İncili kilise tarafından yok edildi” de diyerek bir kaçış arayabilir; ancak bu iddia lojistik ve tarihsel olarak imkânsızdır; eğer böyle bir metin MS 1. yüzyılda var olsaydı ve kilise tarafından bastırılmış olsaydı, en azından erken Hristiyan yazılarında — örneğin, apokrif karşıtı polemiklerde — ona dair bir iz, bir eleştiri ya da reddiye bulunurdu; ama böyle bir kanıt yoktur. Üstelik, Barnabas İncili’nin dili ve üslubu — Orta Çağ Latincesi etkileri ve İslam sonrası terminoloji — onun çok daha geç bir dönemde yazıldığını açıkça gösteriyor; örneğin, metinde “peygamber” kelimesinin kullanımı, İslam’daki “nabi” kavramına dayanır ve bu, MS 7. yüzyıldan önceki Hristiyan literatüründe yoktur (Sox, s. 15). Yeni Ahit’in aksine, Barnabas İncili’nin tek bir erken kopyası bile yoktur ve tarihsel geçerliliği, yalnızca Kur’an’a olan yüzeysel benzerliğine dayanır — buysa, onun sahte olduğunu ve İsa’nın çağdaş bir vahyi olamayacağını kanıtlar. Deedat’ın bu metni savunması, tarihsel gerçekleri göz ardı eden çaresiz bir girişimdir ve Yeni Ahit’in birinci yüzyıl tanıklıklarıyla karşılaştırıldığında Barnabas İncili’nin uydurma niteliği apaçık ortadadır.

Sonuç olarak, Ahmed Deedat’ın “İncil tahrif edildi” iddiası tarihsel gerçekler, metinsel kanıtlar ve mantıksal tutarlılık karşısında dayanaksız bir şekilde eriyip gidiyor ve hiçbir şekilde ayakta kalamaz; bu iddia derinlemesine bir inceleme altında, yalnızca bir varsayımdan, hatta kandırmacadan ibaret olduğunu ve somut delillerle desteklenmediğini açıkça ortaya koyuyor.

Son Söz: Deedat gibileri boş laflarla sahneleri doldurabilir, ama gerçekler suratlarına okkalı bir tokat gibi çarpıyor. 24.000 el yazması, İsa’nın tanıklarının ağzından çıkan sözler, kilisenin sarsılmaz geleneği — İncil dimdik ayakta duruyor. Kur’an bile İncil’i doğruluyor, ama bunlar gibiler körlükte ısrar edip inkâr ediyor. Barnabas mı dediniz? O Orta Çağ uydurmasıyla mı geliyorsunuz? Tarih sizi yalancı çıkarıyor, Deedat ve onun Junior Deedat tayfası — İncil’in ezici gücü karşısında titreyip kaçmaktan başka çareniz yok. Kanıtlar burada, gerçek burada — ya bu gerçeğe boyun eğeceksiniz ya da karanlıkta debelenip duracaksınız, seçim sizin.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsa Mesih Efsane midir?

Günümüzde birçok kişi İncil’i açıp İsa’nın yaşamı ve kişiliği hakkında genel bir kavrayışa sahip olabilir; ancak İsa’nın tarihi portresi yalnızca İncil metinleriyle sınırlı değildir. İncil dışındaki tarihi kaynaklar, bu önemli figürün yaşamına dair zengin ve çeşitli bir perspektif sunar. "İncil Dışı Tarihi Kaynaklarda İsa’nın Kimliği" başlığı altında, farklı dönemlere ait tarihçilerin kaleme aldığı yazılar, antik belgeler ve diğer kültürel kaynaklar, İsa’nın zamanındaki sosyal, politik ve kültürel bağlamı anlamamıza yardımcı olabilir. Bu kaynaklar, İsa’nın hayatına dair alternatif bakış açıları sunarak, onun yaşamına dair daha geniş bir perspektif sunma amacını taşımaktadır. Bu çalışma, tarihsel bir derinlik kazandırarak, farklı kaynaklardan gelen verilerin bir araya gelmesiyle İsa’nın yaşamını anlama çabasını yansıtmaktadır. Bu kaynakların incelenmesi son derece önemlidir çünkü bu cümleleri yazanlar Hristiyan yanlısı veya tebliğcisi değil; aksine, Hristiyanlık dü...

Kur’an Güvenilir mi? Tarihsel, Metinsel ve Metafizik Açısından İncelemek

Bilindiği üzere Kur’an, İslam’ın temel taşıdır ve Müslümanlar için Allah’tan gelen değişmez bir vahiy olarak kabul edilir. MS 610–632 arasında Muhammed’e vahiy yoluyla indiği ve insanlık tarihindeki en yüksek hakikati sunduğu iddia edilir. Müslüman âlimler bu metnin sözlü aktarım geleneğiyle korunduğunu, tefsirlerle (örn. İbn Kesir, Taberi) anlamlandırıldığını ve hadislerle (örn. Buhari, Müslim) desteklendiğini savunur. Ancak bu iddia, tarihin soğuk gerçekleri, metinsel eleştirinin titiz analizleri ve metafizik sorgulamaların mantıksal gücü karşısında derin bir şüpheyle karşılaşır. Hristiyanlık, İsa’nın yaşamına dair belgelerini olaylardan yalnızca 20–70 yıl içinde sunarken, Kur’an, İsa’dan 600 yıl, Musa’dan 2000 yıl, İbrahim’den 2500 yıl sonra ortaya çıkar — bu gecikme, vahiy iddiasını çağdaş tanıklıklar olmadan bir kurguya dönüştürür mü? İslam tarihi (İbn Hişam, Taberi), bu metnin ve dinin kökenini yüceltirken, arkeolojik ve metinsel kanıtlar bu anlatıyı gölgede bırakır. ...

Sahte Bir Peygamber Açığa Çıktı!

Kutsal Kitap, çok sayıda sahte peygamberin geleceğinden bahseder. Peki ya İslam peygamberi? Bugün MİKA 3:5 pasajını inceleyeceğiz. "Kavmımı saptıran o peygamberler ki, dişlerile ısırırlar, ve: Selâmet, diye bağırırlar; ve onların ağzına bir şey koymayan adama karşı cenk açarlar." MİKA 3:5  "Selamet" diye bağırırlar!  Ayet'te "selamet" olarak çevrilen sözcük, sözlükte "esenlik" veya "barış" anlamına gelen "şalom"dur ( שָׁלוֹם ‎ ). "Şalom"un doğrudan Arapça karşılığı "selam"dır ( سلام ). Ve bu, "İslam" ( الإسلام ) ifadesinin türediği sözcüğün ta kendisidir. Çevirmenler tarafından bağırmak olarak çevrilen İbranice sözcüğe bakalım:  Qara ( קָרָא ). Qara'nın doğrudan Arapça karşılığı harfi harfine aynıdır:  Qara ( قرأ ). Peki İslam peygamberine iletilen ilk vahiy sözcüğünün kökü?   İqra  ( اقرأ ). Ayette "saptıran o peygamberler" olarak çevrilen İbranice ifadenin ...